Çarşamba, Temmuz 31

ben yaptım, be yaptım; açılmayan paketi ürettim!

hediye paketlemeyi severim, bilirsiniz. bu çalışmamda da açılamayan hediye paketini ürettim :D hediye öce normal kağıtla kaplanıyor, sonra o kap da 2 x 4 cm boyutlarında krapon kağıtlarıyla, kağıtlar birbiri üstüne gelecek şekilde saçaklandırılıp kaplanıyor. 
ta da:
dipte süprüz öğütlü not: açılmazlık ilkesini benimsemiş süprüz hediye paketini açmaya çalışırken sakin kalabilen insan, sakin bi insandır zannımca; kendisiyle arkadaş olunuz :))

Perşembe, Temmuz 25

seni ben yanımda bulunca değiştim, güzelleştim...

Merhaba,
Beni tanıdınız değil mi? 
Benim ben, yoğurt kabı, hani şu ennn büyük boy olanlarından.
Bu hikayenin kahramanı olmadan önce bi adım, bi sıfatım yoktu benim, sıradan bi yoğurt kabıydım. 
Kimleri besledim ben kimleri, ohooooooooooo, bi bilseniz! müzik seslerinin, sohbet seslerine karıştığı yerdeydim ben, çok masalara konuk oldum. Hatta belki sizin masanıza da...
...
Ama laf aramızda kalsın, yoğurtlarım azaldıkça bir korku sardı beni;
Yoğurtlarım bitince bana ne olacaktı?
...
E dünyanın hali malum, siz insan kızları ve oğulları sizden çok daha uzun süre yaşayabilen ama belki de sonunda doğanın, dolayısıyla da sizlerin sonunu getirebilecek olan malzemeyi; "beni ve kardeşlerimi" ürettiniz!
Hayır müteşekkirim, yanlış anlaşılmasın. Sadece bazen bizi kullanabilecekken, ya da geridönüşüme sokabilecekken kargaların ve martıların tepemizde kol gezdiği kent çöplüklerine ya da daha fenası, ormanlara, yol kenarlarına, ta denizin içine atıyorsunuz ya; işte o zaman çok ama çok bozuluyorum! "Bu mudur?" diyorum, " Kargalarla yarışan koooca ömrümüzde kullanım ömrümüz bu kadar mıdır?"
...
İşte tam bu dertlenmeler, "Ne olacak bu dünyanın hali?" minvalinde söylenmelerdeydim o son günlerde. Yoğurtlarım da bitince "aha" dedim, "gidiyorsun işte kent çöplüğüne, ya da en iyi ihtimalle bi çöp toplayıcısının arabasına..." 
...
Gelip çatınca gitme vakti "haydi abbas vakit tamam!"  dedim kendime
...
Sonra bi baktım, beklediklerimden hiç biri değilmiş meğer benim akıbetim. Güzelce bi balkona götürdüler beni, ferforjeli, yeşilli meşilli keyifli bi balkona...
...
Dedim: "Kıymetlendim mi ne ben, ne oluyor? Ne güzel bi yerdeyim!" 
...
Toprak koydular içime, çiçekler ektiler. Nasıl da mutluyum anlatamam. "Saksı" olmuşum şu uzun ömrümün bi yerinde, daha ne isteyeyim!
Nice sonra başka bi çiçek getirdiler balkona, böyle gelin duvağı gibi süslü! Vuruldum tabi görür görmez...
Tabi bu arada benim de toprağımı boşaltıp bi delik açmaktalar dibime! Dedim "Demek yine bana hüsran!, güzele doyamadan yolcusun sen işte abbas" ...
Meğer işin rengi yine öyle değilmiş. Meğer vurulduğum, bir ismi de gelin duvağı olan çiçek çiçek, yaprak yaprak begonvilim bana yarenlik etmeye gelmiş! O zamanlar bilmezdim, fazla su sevmezmiş, dipte biriken suya hiç gelemezmiş, delikler onun içinmiş. Toprağımı koyup yerleştirdiler yarenimi içime!
İlk o zaman dedik birbirimize: " Seni ben yanımda bulunca değiştim, güzelleştim" diye...

Bi süre sonra iplerle tabancamsı bişeylerle belirdiler etrafımızda. Öğrenmiştim ama bu sefer güvenmeyi, seviyorlardı bizi. Silikon tabancasıyla, kendir ipiymiş onlar. Süslediler, sarıp giydirdiler beni. E biraz yaktı tabi sıcak silikon ama aldırış etmedim. Beni yakarken kendi ellerini de yaktılar zaten, içten içten dertleştik onlarla da...
Hem duvağım öyle beğendi ki yeni halimi, boylandı poslandı, serpildi daha bi güzelleşti....Bu fotoğraftaki eski hali duvağımın, mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz biz şimdi balkonumuzda birlikte.
 Fırsat bulursam bi ara yeni bi fotoğraf çektirip yollarım size, sulanmalar, sohbetler, gülüşmeler, çiçeklenmeler ve tabi ki kavgalar arasında...
...
hani hep derler ya sevgiyle kalın diye, 
iyisimi siz
 çiçekle kalın,
gerisi gelir bence zaten!
...
Ney? Adım mı? Adım Abbas benim, Duvaklı Abbas!

Çarşamba, Temmuz 24

yakasına begonvil mi takmış sepet?

sepetimin yeni evinde yerleşik düzene geçtiğini, yakasına broşlar, begonviller ve doğal taşlar iliştirdiğini, sırtını da bir güzele yasladığını yani keyiflice yaşadığını söylemiştim değil mi?

Salı, Temmuz 23

kabuklu sümbül

çocukken toplamasını en sevdiğim çiçeklerdendi dağ sümbülü. küçücük avucumda sapasağlam, masmavi durmalarının mutluluğunun yanısıra, annemin hep anlattığı, sümbülle kaynattığımda maviye dönüşecek olan yumurtanın hayali tüm aklımı sarardı. "bi cezve bi yumurta bulunmalıydı hemen, e ama onlar dağda şimdi nasıl bulunacaktı. neyse toplansındı şimdi, eve gidince kaynatılırdı!"
o çiçekleri toplarken, onları hayatım boyu hep aynı sıklıkta göreceğimi zannediyordum. hep öyle dağlarda bayırlarda gezeceğimi ve avuçlarımı çiçeklerle doldurucağımı... 15 çeşit dağ çiçeğinin 2 metrekare içinde hep görülemeyeceğini büyüyünce anladım. meğersem yaşadığım coğrafyaların ve keyfini doyasıya sürdüğüm çocuk aylaklığımın büyük keyifleriymiş onlar!
( agaclar.net 'teki hocam100 adlı ağaç dostunun muskari fotoğraflarından alınmıştır)
hee aylaklık görevlerimi şimdi de çooggzel, şanıma yakışır şekilde, başarıyla yerine getiriyorum tabi ki. ama ne yazık ki daha az dağlarda bayırlarda. 
şimdi canım aylaklık çekince eminönü'ne gidiyorum mesela. gözlerimi koca koca siyah poşetli teyzeler-amcalarla ve akın akın gelip giden insanlarla, ellerimi orda burda bulduğum tuhaf ıncık cıncıkların poşetleriyle, burnumu da balık ekmek, peynir, kahve ve baharat kokularıyla dolduruyorum. mısır çarşısının solundan kuş pazarına girip, kafesteki hayvancıklara üzülüp, sülüklere 5 saniyeden fazla bakamayıp, neredeyse çiçeklerin tümüne sulanıyorum: "seni bizim eve götürsem gelir misin? baksam,  sulasam yedi mevsim çiçeklenir misin?" 
yine bir aylaklık seansında ağlayan kalpler çiçeği bulmak için kuş pazarında aldım soluğu. sanki bulamazsam çiçeklerimiz eksik kalacakmış gibi. tohumunu edinmiş ama tohumdan üretemeyeceğimizi anlamıştım. rizom bulmalıydım! kuş pazarındaki amcaların boş bakar gözlerini görünce boşa kürek çektiğimi, çiçekten haberdar bile olmadıklarını anlayıp soğanlı bitkilere diktim gözümü! 
aa, bi de ne göreyim, benim dağ sümbülü kuş pazarına gelmiş, kasesine oturmuş, beni beklemekte..."çiçeğini yumurtayla kaynatsam yumurtam morarır mıydı bu sefer acaba? e ama daha sadece soğandı, açmasına çok vardı. alsam diksem açar mıydı? e peki neye dikecektim? ahha, işte orda; köşedeki deniz kabuğu dükkanı! büyük kabuklar ne kadardı acaba? içine kaç soğan sığardı? e peki kabuk nası düz duracaktı? onun bi çaresi bulunurdu. şimdi 4 soğan alınıp amcayla pazarlık yapılıp 5.si beleşe getirilmeliydi. pazarlıksız kuş pazarından çıkılamazdı!" 
tabii ki çıkılmadı da! jet hızıyla kabuk seçilip, 4+1 soğan alındı ve koşarak eve gidildi. sıcak silikon tabancası prize takıldı, eksik tahtalar elişinden kalma tahtaların dengeleme için kullanılmasına karar verildi. yapıştırıldı, topraklandı, ekildi, sulandı. 
"uyuyan bi canlıyı uyandırmaktan, içindeki yaşam gücünün, enerjinin açığa çıkışını, yaşamın büyüsünü bi kaç soğancık üzerinden izlemekten daha pür bi haz var mıydı?" peki "o uyanışı en sevdiklerinle izlemekten, aynı hazzı duyabildiğini bilmekten, hissettiklerini karşındaki insanın gözlerinde de görüp daha çok sevmekten?"
soğan dikim mevsiminin geçmiş olmasına rağmen rağmen biz umutla beklerken, bizi üzmeden, hevesimizi kırmadan gösterdi mor-mavi sümbüller kendilerini. çocukluğumdan burnumda kalma kokuları gerçekti, çocuk belleğinde kalma tuhaf  hatıra değildi!
"e peki şimdi şans eseri bulup, bin zahmet açtırdığımız sümbülü kopartıp yumurtayla kaynatmaya kıyabilir miydim?" kıyamadım tabi ki... koklayıp seneye denemenin hayalini kurmakla yetindim. seneye daha çok çiçeklenicek ya!
dipte eminönü'lü not: sıcakta orada gezerken beynim eridiği için eminönü'nün at meydanı büyüklüğünde tek bir ağaç dikilmemiş meydanına sinirleniyorum hep. "insan" diyorum "ağaçsız nasıl yaşar?" 3 parke taşı az koyaydınız da bi çınar dikeydiniz. biz de ölmüşlerinizin ruhuna dua edeydik! 
dipte eminönü'lü ve kaygılı not: şimdi ben ağaç derim onlar bina diker, parke taşı kalsın da bari üzerine basabilelim değil mi?
dipte yeşil parmaklı not: keşke benim de parmağım yeşil parmaklı tistu gibi olsa! her sapladığım yerden çiçenkler fışkırsa, dünya daha güzel olsa! 

tırnaklar da okur!

şenizimu öğretti hilesini, ojemize gazete yazılarını baskılayabiliyomuşuz. 
gazetenin yazılı kısımlarından bi tırnak boyu kadar parçalar kesiyoruz. ojeyi sürdükten sonra kuruyunca gasteleri tırnaklarımıza kolonyalayarak bastırıyoruz. biraz tutup kaldırıyoruz. kuruyunca cila sürüyoruz ta daaa:
dipte markalı not: efenim öle cumhuriyet gibi okurken elinizi pislemeyen gazetelerden olmuyor bu iş, hürriyet olsun milliyet olsun, böle okurken karalar bağladığınız cinslerden olması lazım mürekkebin tırnağa aktarılabilmesi içün. Şenizimu ile birkaç başarısız ve hayal kırıklığı yaratan deneme sonrası keşfettik. meğersem sorun bizde değil gazetedeymiş!
dipte kopyalı not: bir kopya tekniği olarak uygulanabilir mi acabağ? meraklardayım!

Pazar, Temmuz 21

gönül adamıyla çay servisine hojjjgeldiniz!

Gönül Adamı'nı bilir misiniz? nefis bi karakterdir. "keşke kapı komşum olsa da çay içsek beraber" cinsinden. ah keşke olsa...
Gönül Adamı'nın hayranı ve arşivcilik alışkanlığı olan bi arkadaşım kesip saklamış gönül adamlarını. üstüste  bi rafta okunmadan saklanılmasındansa günlük hayata katılmasının daha keyifli olacağını düşündük ve bi ahşap boyama tepsisine yapıştırmaya karar verdik. doğru teknik nedir bilmiyorum ama ben sulandırılmış dekupaj tutkalını süngerle önce tepsiye sürüp karikatürü istediğim açıda ve biçimde dikkatlice yapıştırdım. sonra karikatürün üstüne bi kat daha tutkal sürdüm. aralarda kalan hava kabarcıklarını temizledim. kurumaya bıraktım.
dekupaj tutkalının güzel tarafı kurudukça şeffaflaşması. ama tabiki geride biraz pütürcüklü bi doku bırakabiliyor. onun için de kuruduktan sonra ince zımpara kağıdını kullanıp karikatürlere zarar vermeden dikkatlice zımparaladım tüm yüzeyleri. her kat kurudukça sprey cilayla birkaç kat da cilaladım. 
karikatürler tepsiye o kadar çok yakıştı ki, çevirip çevirip okumaktan alamadım kendimi!
dipte balkonlu not: sevgili "Gönül Adamı" bence bu balkon zevkinize hitap edebilir, çaya gelmez misiniz?

biri sobaya portakal kabuğu mu koymuş?

söper hediyem nar mumluğumdan sonra nicedir aklımda olan portakal kabuğumdan mumluğu yapmaya cesaret edebildim bigün...
portakalları üstten kesip, kaşıkla yemek suretiyle boşalttım içini. tornavidayla deliklerini de açtıktan sona daha çabuk kurusun diye hemen koydum mumlarımı içine. mumlar yandıkça yaş kabuklardan çıkan kokuyla ben bi gençleştim, güzelleştim, ımmmmmhhhh!
diptekinin romantik halleri: soba üstüne portakal-mandalinalı bi çocuk olabildiğim ve bu kokuyla hop çocukuğuma dönebildiğim için ne şanslıyım yahu!
dipte hayalli not: bi mekanım olsa, bi kafem bi pansiyonum mesela, fırsat buldukça yaparım bunlardan. hem güzel, hem kokulu, hem de zamanda yolculuk yaptırabiliyo!
dipte süreli not: efenim kabuklar kurdukça küçülüyo. bi süre sonra o kadar küçülebiliyo ki, dışarı ışık vermesi zorlaşabilyor. o durumda eskiyi kullanmakta inat etmeyip yeni meyvelere yönelmekte fayda var, arz ederim.
dipte yönlendirme: daha basit bi kullan at modeli için: Reciclagem , Jardinagem e Decoração.

Cuma, Temmuz 19

"nar; pazarda meyve / evde dekor!"

ben çogg çoggg çogggggggzelllll hediyeler aldım bu sene! 
"peki anladık hepsi çoggzel tamam da bunun senin bloğunun içeriğiyle alakası ne hani nerde?" derseniz diye işte alakası burda!
çoggg sevgili arkadaşım bana elişli bi hediye hazırlamış, "nar seti!"
narları oyup, kurutup, cilalamış. 3 nardan birine Kalanchoe çiçeği ekmiş, birine delikler açıp içine mum koyarak mumluk yapmış, diğerini de takı kutusu olarak hazırlamış! Pegg peggg peggggzellerrrr!
dipte dualı not: ellerine kollarına sağlık, elişi hediye hazırlayanların bol ve hep yamacında olsun!

eski kazak=cici çanta

efenim uzuun aradan sonra merhabalar...
okuldu, işti, geziydi, kışlaydı, gazdı, suydu derken geçtim dişe dokunur bir elişi yapmayı, eskileri bile yazamadım. yazma işi de kafamda başlı başına bir iş olduğu için yapılmamış bir işin huzursuzluğuyla alttan alttan beni sürekli takip etti tabi ki... bunca gündemin, amansız açıklamaların arasında kafamdan bi yükü eksiltmeye karar verdim. kenarda bekleyen yazılmalıkları usul usul yazıcam. ilki çok sevdiğim eski bi kazağımın çok sevdiğim yeni çantama dönüşmünün hikayesi. 
hani vardırya hepimizin dolabında atmaya kıyamadığı ama artık giydiğinde abuk sabuk bi hal alan kıyafetleri, benim kazakçığım da işte bunlardandı. Atölye Ra 'nın sayfasında ve internette bi kaç yerde gördükten sonra pek sevgili kazağımı bu uğurda denek olarak kullanmaya karar verdim. 
bi sabahın köründe evde daha kimseler uyanmadan yaramaz çocuklar gibi ses çıkarmadan kestim kazağımı...
sonra artan parçalardan çiçekler yapmaca, yine sessizce...
sonra parçaları birleştirmece. bu arada ev ahalisi hafiften uyanmaya başladı tabii. yatağının üstünde dikiş diken her tarafı yün artıklarına bürümüş yaramaz biraz suç üstü yakalanmış olsa da, yaptığı işe olan hevesi kendisinin kalaylanmasını engelledi çok şükür ;)
dipte genişlemeli not: kazak esnek bir materyal olduğu içün içi dolduruldukça genişlemekte ve kullanıcısını memnun etmektedir efenim!
dipte yaramazlıklı not: efenim internetteki örneklerde kazaklar sıcak suda yıkamak gibi suretlerle daha sökülmez bir materyal haline getirilmiş, ancak ben sabah yaramazlığıyla yaptığım içün kenarlarını içeei kıvırmak suretiyle dikip sağlamlaştırdım çantanın akibetini.
dipte astarlı not: içe kıvırmanın yarattığı hafif görüntü kirliliğinden anneme bahsettiğimde kolay çözümcü ve maharetli bi insan olan annem "ben onu astarlarım sana" dedi hemen. nası da bulmuşsa aynı renk astarı bi güzel de dikmiş. astarı da içerde büyükçe tutmuş ki yükle kazak genişlemek istediğinde astar durdurmasın!
dipte direnen not: ağaç güzel şeydir be! bi bakmışsın gölgesine bissürü dost toplanmış, tanımadıkların gölgede arkadaşın olmuş, sana bissürü şey öğretmiş... velhasılı kelam, yazmaya da ağaç altında oturmaya da devam...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...