Salı, Aralık 6

öğrenmenin ilk yolu kopyadan geçer!

Her gittiğim tatil yerinde alışverişlerimde en çok dakikalarımı seramik dükkanlarında geçiririm. Hepsine sahip olup evime yerleştirme tutkusundan da henüz o kadar paraya sahip olmayışım sayesinde kurtulurum! Yoksa evimi ya dükkana ya da müzeye çevirmek zorunda kalırdm!
Hazır seramikle oynamaya başlamışken, ordan burdan şurdan aldığım obceciklerimi kopyalamaya başladım! Şimdi evdeki herşey gözüme kopyalama detaylarıyla görünüyorlar: "bunu yuvaralak yapıp burdan birleştirirsem, şurayı şöle yaparsam, şu çizikleri yaparsam işte bunun aynısı olur!"
Tabii ki aynısı olmuyorlar :) Ama öğretici, eğlenceli ve de sevimli oldukları kesin! Şimdi hep birlikte yatağımın başucunda kurumayı ve fırından tek parça halinde çıkmayı bekliyorlar.
dipte öğrenci gönlünden kopan not: kopya candır, ciğerdir!

Pazartesi, Aralık 5

peki ya lavantadan balıkların yüzdükleri sular nasıl kokar?

Benim bereketli kuşlarıma bayramda arkadaşlık eden balık kardeşleri de onlardan bir süre sonra tanımlandı. Bereket kuşlarımla aynı biçimde "kes-doldur-bol bol kokla" prensibiyle yapıldılar :)
Ama henüz fabrikalaşmayı sevmeyen ve çabuk sıkılan gamze son balıkların bir kısmını yine datça oyaları ve ayrıca cam boncuklarla süslü işyeri lavanta keseleri ve hediyeliklere çevirdi!
Biri ablamın iş yerindeki dolabına, biri benim iş yerime, biri bebek bekleyen arkadaşlarımıza gitti. Sonuncusu henüz sahibine ulaşamadı! :)
dipte mis kokulu ipucu: son lavanta balığının sahibi keçeleri alıp bize gelen süper süsleri yapmamızı sağlayan kişidir! :) kendisini semineri bitmeden bize beklemekteyiz :)

seramik çamurla oynamanın yasal hale gelmesidir!

Küçükken hep bahçeli evlerde yaşadığımız için ablamla ben çok şanslı çocuklardık. Ayrıca çok titiz birer babanne ve anneyle büyümemize rağmen kirlenmemiz her zaman serbestti. Çamura veya yeşile boyanmış kıyafetler bizim evde arkadaşlarımın evlerinden bildiğimiz sorunları yaratmazdı.
Annem de babanem de hep çocukken çamurla nasıl oynadıklarını neler yaptıklarını anlatırlardı. Bir de babanemin kırmızı çamur hikayeleri vardı ki, çocuk zihnim o çamura sahip olsam dünyanın en iyi oyuncak kap kacağına sahip olacağımı zannederdi!
Muhtemelen çağlar öncesi atalarımızdan kalma, zihinlerimizin en dip noktalarına yerleşen bilgi ve de alışkanlıkla daha çocukken yaptığımız o mini mini kaplar, çömlekler hala gözlerimin önündedir!
Sonra büyümemizle beraber kendine kitaplığımızda çok kıymetli bir yer edinen Füreya girdi hayatımıza! Ayşe Kulin'in eminim ki bir çoğumuzun içine seramik sevgisini aşılayan müthiş kitabı! Kitapla beraber çocukluğumunn eşsiz oyuncakları hayat kurtaran büyülü nesnelere dönüştüler zihnimde!
Senelerdir seramik seramik diye ağlar dururum bu yüzden! Sonunda bir atölyede haftada 3 saatlik denemelerle kendisiyle kaynaşmaya başladık! Ve itiraf etmeliyim çamurdan oluşan şeyler benim için hala büyülü!
İşte bu resimler çamurla oynamamın ilk eserine ait! Ne olacağını, nerede kullanılacağını henüz bilemiyorum. Eğer atölyede fırına girene kadar hayatta kalmayı başarabilir ve fırından parçalanmadan tek parça halinde çıkabilirse  o zaman plan yapmaya başlayacağım. :) Henüz cinsiyeti ve sağlık durumu bilinmeyen anne karnındaki bebek gibi :))
Olur da tüm bu aşamaları atlatırsa diye "nasıl boyarım ki ben bunu" çalışması yaptım tabi! Te işte böyle olacak:
İkinci denemem de (sanki sigara kullanıyormuşum gibi) küllük! Yine ne yaptığımı bilmeden yaptığım bi cebelleşme sonrasında elimde kalan biçime baktığımda "bundan olsa olsa ya mini güveç ya da küllük olur" deyip, halihazırda mevcut güveç kabı populasyonunu daha da artırmamaya karar vererek küllük sahibi oldum!
Desenleme işinin kolay bi geri dönüşü olmadığı için önce çizip nasıl desenleyeceğime karar verdim.
Acemilikten de gelen ekstra yavaşlıkla milim milim oyarak desenledim. Yine diğer belirsiz kabım gibi gerekli aşamalardan geçebilirse -atölyede hayatta kalma,fırında patlamama- evdeki seramiklerime uygun tonlarda boyanıp kullanıma hazır hale gelecek. :)
dipte çamurlu not: "çamur mutlu eder, sakinleştirir" tezi denenip onanmıştır efenim!
dipte kaygılı not: fırında akıllıcana pişip evime ulaşmazlarsa çok üzülürüm!
dipte hevesli not: bi gün benim de bi fırınım olur mu ki? çok büyük insan olurum belki bi gün?

tembelin mantısı ki bu!

Mantı dediğin illaki minicik olacak değil ya!
Lokum mutfağı kuralları ve gürcü'nün elinden yedikleri koca koca mantıların lezzetli hatırası da baz alınarak verilen  karara göre mantının en makbulü  en büyüğüdür! Hem içi daha dolu, hem tabağı daha göz doyurucu. Ayrıca yapılması basit mantıdan başka daha ne ister bu tembel gönül!
Mantı hamuru için iç güdülerime güvenip aklıma gelen malzemeleri (Un-süt-yumurta-tuz-bi tutam şeker-az yoğurt ve karbonat) gözümün kararıyla belirledim. Mini mini hamurları kapamak bir yana herhangi bir ölçek kullanamayacak kadar tembel bir günümdeydim. Böylece göz kararının özellikle tembeller tarafından oluşturulan bir ölçü biçimi olduğuna da karar verdim!
Sonra "çok da tembellik etmeyeyim, fincan boyu iyidir." deyip açtığım hamuru fincanla parçalara ayırdım.  İçlerini soğan-patates-kıyma ve bence kıymanın biricik dostlarından olan maydanozlu harçla doldurup kapattım.
Ama itiraf etmeliyim 20. kapama sıralarında sıkılıp, en azından kupa boyutunu denemeliydim diye  ahlandım! :)
Mantıları kısık ateşte yavaşşşşcana ve azar azar -mantılar üstüste gelmeyecek şekilde rahatça- pişirip sosladım.
dipte afiyetli not: bize çok afiyet oldu. deneyin size de olsun!
dipte gelecek vaadeden not: bir dahaki hedefim bir porsiyonu karşılayacak koca bi mantı yapmaktır, arz ederim!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...