Perşembe, Temmuz 26

"acelen varsa ne işin var datça'da?"


Ablamın hep anlattığı bi dantel hikayesi vardır, benim muhtemelen "aa bu annem bu da babam olsa gerek" modunda takıldığım, ablamın da bebeklikten çocukluğa geçtiği zamanlara dair. Halihazırda 1 ay evvelini kati surette hatırlayamayan ben, tabi ki bu hikayeyi de hatırlamıyorum ve kati surette hiçbir şeyi unutmayan ablam aralıklarla her anlattığında bi öncekini unuttuğum için yeniden şaşırıyorum. 
Eline tığ almasının mucize sayıldığı miniminicik bir bebedir kendisi, ama o tutmuş dantelden bi örtü yapmıştır! Aynı anda hem şaşkınlık hem de sevinçle karşılanan dünyaya henüz yeni gelmiş örtücük, bi göbeklerinin mutlak surette bi şamana dayandığına inandığımız babanem ve kız kardeşlerinin elinde bulur bi anda kendini! Bakmak için değil tabi ki! Mini mini elleriyle ördüğü dantelin, nazarlara gelmesin diye, dualarla o dönem her evde bulunan demir bir soba küreği içinde yakılıp, evin dört bi köşesinde dumanının gezdirilmesini doğal olarak anlamayan, şaşkın bakışlarla izler mini mini ablam! 
E tabi ki o sıra kendine "acaba suç mu işledim de yakıyorlar?" sorusunu soran bu kadar körpe bi zihin "hadi getirin tığımla ipimi, yenisine başlıyorum!" dememiştir! Eli biraz ürkmüş ama içindeki tığ ve dikiş iğnesi aşkı körelmeyip galip gelmiş ve bu aşk elişi seven çocuk yazımdan hatırlanabileceği üzere abla tarafından kardeşe de bulaştırılmıştır.
Bu sebeptendir ki ablam her türlü elişini canı istemiyorsa reddedebilir ama bu acaip anısına rağmen içinde dikiş iğnesi ve tığ olan bir işi kolay kolay reddedemez!
  
Yıllık iznin bi haftasını akçapakçasında geçirecek olan bu blogçu "fırsat bu fırsat yeni yeni neler yapsam ki?" diye kıvranırken, balkonun perdesi açık kaldıkça salonun karşı apartmanın balkonundakilerce boydan boya görülmesinden hazzetmeyen blogçunun aplası bi fikir ortaya atar: "buraya sineklik alalım!"  Aplasının tığ ve dikiş iğnesi zaafını bilen ve aralıklarla aplanın bu zaafını kullanan blogçunun aradığı fikir ayağına gelmiştir; "hadi buraya datça oyalarından biz sineklik yapalım!" Sene boyunca deli yoğun temposu nedeniyle hacamat olmuş apla tabi ki kabul eder tığla oynayıp rahatlama fırsatını!
İlham kaynağı aslında datça'nın sokaklarında datçalı kadınların yapıp, fotodaki gibi segilere asıp sattığı datça oyasıdır ve aklında o oyayı yapma isteğinin olduğundan ablası sineklikten bahsedene kadar blogçunun da haberi yoktur!
Önce annenin senelerdir "yapıcam" diye diye sakladığı kırkyama kumaşlarından kumaşlar seçilir ve yaklaşık 3.5x3.5 boyutlarında kare kumaşlar kesilir. Annenin el işlerinde kullandığı boncukları da hemen ortaya serilir! Yoğun ısrar ve yalvarışlarla anne de çeteye dahil edilir, balkonda akçapakçanın tatlı esintisinde çaylar yudumlanarak başlanır! Tabi süper aklına güvenen blogçu elindeki mevcut örneğe bakmadan başlayıp çetenin diğer üyelerini de yanlış yönlendirdiği için yaklaşık 150 kadar oya yanlış yapılır ama farkedilince "arada kaybolur yaa" denilerek doğru hali yapılmaya devam edilir!
İşte doğrusu budur:
  
Hazırladıkları oyaların sayısı yaklaşık 450'ye ulaşan çete "vakit bu vakittir vre bacılar, davranın tığlarınıza!" der ve oyaları ipe dizmeye geçerler! Blogçunun oyalara güveni o kadar tamdır ki, her elişinde aklında olan "ben bi canavar mı yaratıyorum?" kaygısı yoktur bile! Ama bu blogçu ve ablasının her biten salkımı perdeye iğneleyip, evdekileri ve eve misafirliğe gelen ahaliyi "nasıl oldu?" sorularına boğmasına tabiki engel değildir!
Oya salkımları artık birlik olmaya başladığında evden sevinç kikirdemeleri ve de fotoğraf makiası kliklemeleri yükselir!
 
İlk başta salkımların neyle asılacağına kafa yorulur, hatta bi ahşap babaya zımparalatılıp boyatılır ama tam "darbeli matkabı da nerden bulucaz şimdi?" soruları sorulurken blogçunun aplası ve annesi tarafından beyin fırtınası yapılarak, blogçunun babasının balık odasındaki storun plastiğinin aşırılıp kullanılmasına karar verilir. Darbeli matkap aramaktan kurtulan, odasındaki perdeyi de hiç umursamayan blogçunun babası yapılan işi beğenmiş olmasının da katkısıyla hemencecik takar mekanizmayı kapının üstüne!
Tabi bu arada salkımların üretim işi de tüm hızıyla devam etmektedir. kızlarının pürtelaş ellerinde tığlarla, dikiş iğneleriyle işlediklerini gören anne "benim kızlarım bulgurluya gelin gitcekler, benim kızlarım bulgurluya gelin gitcekler" diye diye kikirdeyerek dolaşır ve elleri oyadan başka iş tutamayan kızlarını besler! Ve sonunda 750 civarı oyayla tamamlanan datça oyalı sineklik biter! Kızçeler erer muradına, anneyle baba çıkar kerevetine...
dipte itiraf: hani o "arada kaybolur yaa" denilerek yapılan yanlış oyalar vardı ya, heh salkımlar bitti onlar bitmedi iyi mi! :))

dipte püf: biz evdeki artık kumaşları kullandık ama annemin tespiti üzerine kesilince saçaklanmaması ve daha edepli durması için jarse kumaş kullanmak gerekliymiş!

dipte hayal: böle koocoaaa balkonlu bi evim olsun, balkonumun koca bi kenarı böle datça oyalarıyla dolu olsun, rüzgar essin, salkımlar sallansın, rengahenk oyaların arasından güneş süzülsün, dünyalar benim olsun!

dipte başlıktan not: zamanın mümkünse hiç akmak istemediği yerlerden biri bence datça, acelesi olmayan insanlarla acelesi olmayan bi mevsimin beldesi. öyle ki güneş yılın 330 günü kalıp, gitmek için hiç acele etmiyor. hatta süs diye satılan taşlarının üzerinde yazıyor "acelen varsa ne işin var datça'da?" diye. 

Salı, Temmuz 24

çerçeveler deniz kokar mı?

İşte çok möhöm bi soru, koku nasıl bi algıdır? Mesela bazen bi kokuyu sıklıkla duyduğumuz bi yer zihnimize öyle bi kazınır ki, her o kokuyu duyduğumuzda o zamana döneriz. Ya da bazen bi anı öyle canlıdır ki o anıyla birlikte zihninizde yer edinen nesneleri her gördüğünüzde ordaki kokuyu duymuş gibi oluruz.
Böle uzun uzadıya nereye gelicem di mi? Şöle ki benim canım ciğerim gözbebeem çerçevelerim her görüşümde bana "kara kış gününde zatürre mi olucam acaba buralarda?" sorularım eşliğinde dalgalarından kaça kaça tahtalarımı topladığım karadenizimin buram buram yosunlu kokusunu, biraz da rüzgarın taşıyıp dudağıma yapıştırdığı tuzunun tadını getiriyor!
Aslında teeee şubatta yapmaya başladığım tamamlanamayan işlerimden gibi görünen çerçevelerim biteli çok zaman oldu, ama bir süredir alnımın üstünde "zihnimi-fikrimi-vaktimi-enerjimi yüksek lisans başvuruları münasebetiyle kaybetmiş bulunmaktayım, hükümsüzdür" ibaresiyle gezdiğim için bir türlü bloğa giremedim! İşte burdalar:
Kesilip biçilip yapıştırılıp boyanıp cilalanıp kurutuldular önce çerçevelerim. Bu arada mavi çerçeveme kardeş yeni bir mor çerçeve de eklendi!
Çerçevelerimin ön yüzünde cam-mış gibi davrabildiği ve de hafif olduğu için kalın bi asetat kullanmayı tercih ettim. Tabi ki hiç bir -mış gibi sahicisi gibi olamaz ama asetat yeteri kadar iyi oldu bence. :)
Yine hafifliği ve uygulama kolayllığı yüzünden çerçevenin arkasını kapatmak için mantar-mış gibi davranan 2-3 mm'lik yapay mantar kullanmayı seçtim bu sefer de!
Çerçevemin asma kısmına denk gelecek kenarda küçük bi çentik açıp, kurdeleyle askı yerini, diğer kenarlarında 2-3 santim genişliğinde -ön görünümü bozmamasına dikkat ederek- parçalar bırakıp kapağını hazırladım. 
Ta daaaaa:
dipte bahtiyar not: Kendileriyle yaşamaktan o kadar memnunum ki, bir seri çerçeve siparişi veren anneme rağmen henüz kendilerini akçapakçama taşımadım bile! 

dipte yeni müjdeli not: yüksek lisans başvurumu yaptım, kabul de edildim!  

dipte teçhizatlı not: türlü çeşit bıçaklarla kesmek zor olunca gittim kendime kıl testere bile aldım! savulun kesmesi zor tahtalar, kaçışın saçma bıcaklarla kesilen tahtaların saçma gıcırtıları! müfettiş gadget gibi geliyorum!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...